ÂŞIK PAŞA
Âşık Paşa (1272 - 1333), Türk tasavvuf edebiyatının ilk büyük şairi. 13.yy’ın başlarında Horasan’dan Anadolu’ya gelip Amasya’nın Çat köyüne yerleşen Baba İlyas’ın torunudur.
Âşık Paşa’nın Yaşamı ve Felsefesi
1272’ Kırşehir’de doğdu. Asıl adı Ali’dir. Âşık Paşa’nın “Paşa” kelimesi ailenin İlk çocuğu, ilk büyük ağabey anlamına gelen “Beşe”den bozulmadır. Şiirlerinde de, “Âşık” mahlasını kullandığı için de asıl adı unutularak “Âşık Paşa” adı ile anılmaya başlanmıştır. Âşık Paşa, tanınmış mutasavvıf Baba İlyas’ın torunu, Muhlis Paşa’nın oğludur. Baba İlyas 13.yy’ın başlarında Horasan’dan Anadolu’ya gelen tasavvuf geleneğine bağlı bir aileye mensuptur. Baba İlyas, 1239’da halifesi Baba İshak’la birlikte Selçuklulara karşı “Baba Resul” ayaklanmasını gerçekleştiren kişidir. Baba İlyas ayaklanma sırasında öldürülmüştür. Ölümünün nasıl olduğu hakkında da çeşitli söylentiler vardır. Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi’nin el-Menakıbü-l-Kudsiye fi Menasıbi-l-Ünsiye adlı 118 yapraklık Menkıbe türünde yazılan yapıtın da verilen bilgiye göre, Baba İlyas, henüz ayaklanma düşüncesindeyken Selçuklularca yakalanarak Amasya Kalesi’ne kapatılmış, zindanda bulunduğunun kırkıncı günü hücresinin duvarı yarılarak boz atı gelmiş ve Baba İlyas’ı alarak kaybolmuştur. Destan havasındaki bu anlatışa karşılık bazı kaynaklarda savaş alanında öldürüldüğü, idam edildiği söylenir.
Baba İlyas aynı zamanda Ebu’l-Vefa tarikatına bağlıdır ve Dede Garkın’nın halifesidir. Tarihte, Baba İlyas’ın izleyicilerine Babai, ayaklanmaya da Babailer Ayaklanması adı verilmiştir. Taşköprî-zâde’nin Şakayıku’n-numaniye adlı kitabında yazdığına göre ayaklanma sırasında henüz bir bebek olan Muhlis Paşa, Çat köyündeki ateşe verilen zaviyeden Şerefünddin adında birisi tarafından kurtarılmış, yedi yaşından sonra Mısır’a götürülmüş ve Melik Zahir Baybars’ın sarayına sokulmuştur. Burada on dört yıl kalmış, daha sonra Anadolu’ya dönünce II. Gıyaseddin Keyhüsrev, tarafından Konya’nın batısında yer alan Gavela Kalesi’nde hapsettirilmiştir. Hapsedildiği Gavela Kalesi’nde, bir ara Selçuklu sultanı III. Gıyaseddin Keyhüsrev (1265-1282) kendisiyle anlaşmayı denemiş fakat Muhlis Paşa kabul etmemiştir. Muhlis Paşa’nın 1273’e değin ne yaptığı ayrıntılarıyla bilinmemektedir. 1273’te Konya’yı ele geçirdiği ve saltanat sürdüğü söylenir. Elvan Çelebinin anlatımına dayanan Oruç Beg ve Taşköprüzade dışında bu söylentiye bir de Şikari Tarihi’nde rastlanmaktadır. Muhlis Paşa altı aylık bir saltanattan sonra egemenliği babasının müritleri arasında bulunan Karamanoğullarına mensup Nüre Söfi’ye bırakmıştır. Muhlis Paşa ilk Osmanlı sultanı Osman Gazi zamanında hâlâ hayattadır.
Ölüm tarihi bilinmeyen Muhlis Paşa, Âşık Paşa’nın babasıdır. Âşık Paşa küçük yaştan başlayarak güçlü bir tasavvuf eğitimi görmüştür. Elvan Çelebi’nin Menakıbu-l adlı kitabında yazılana göre Âşık Paşa’nın yetiştirilmesi için Muhlis Paşa, Baba İlyas halifelerinden Şeyh Otman’ı görevlendirmiştir. Âşık Paşa tasavvufu halka sevdirmek için çalışmış, Selçuklu sarayında Arapça, Farsça konuşulduğu halde şiirlerini Türkçe yazmıştır. Hüseyin Hüsamattin’in tarihine göre Âşık Paşa devrin siyasal olaylarına karışmış, Mısır’a gitmiş, Anadolu valisi Timurtaş’ın (öl. 1328) veziri olmuş, başarısızlıkla sonuçlanan bir ayaklanmadan sonra tekrar Mısır’a kaçmış orada hapsedilmiştir. Âşık Paşa cezası bittikten sonra 13 Kasım 1333’de Amasya’ya dönerken Kırşehir’de hastalanarak ölmüştür. Âşık Paşa’nın Elvan, Selman, Can ve Kırlıca adlı dört oğlu ile Melek Hatun adında bir kızı vardır. Oğullarından Selman’ın torunu da meşhur tarihçi Âşıkpaşazâde’dir.
Âşık Paşa’ya ait bu bilgiler yalnız Hüseyin Hüsamattin’in tarihinde görülmektedir. Elvan Çelebi’nin babasına ayırdığı bölümde bununla ilgili bir şey anlatılmaz. Elvan Çelebi’ye göre babasının dünya işleri ile hiçbir ilgisi olmamış, gençliğinden beri kendisini tasavvufa vermiş ve bir veli (pir) gibi yaşamıştır. Âşık Paşa’nın elimizdeki yapıtları da bunu kanıtlamaktadır. Şiirlerinde ve Garibname’sinde Yunus’un etkisi görülmektedir. Garibname 1329-1330 yıllarında kaleme alınmıştır. Âşık Paşa, Garibname adını verdiği ve tasavvufun ilkelerini anlattığı bu yapıtını mesnevi tarzında yazmıştır. On bab üzerine kurulan yapıtın her babında on tane destan yer almaktadır. 12.000 beyit tutarında olan Garibname kimi nüshalarının içinde gazelleri de bulunması nedeniyle Marifname adıyla da anılmaktadır. Farsça, Arapça, İbranice bilen Âşık Paşa, Farsçanın daha üstün olduğu bir devirde yapıtını Türkçe olarak yazması (ön sözü Farsçadır) Garibname’yi halkı eğitmek amacıyla yazdığını göstermektedir. O devirde Türkçeye karşı gösterilen ilgisizliği de yapıtında özellikle belirtmiştir.
Âşık Paşa’nın Garibname’de bulunan gazellerinden başka eski nazire mecmualarında da özellikle Camiü-n-Nezair’de gazellerine ve ilahilerine rastlanır. Bunlardan on dört tanesi Abdulbaki Gölpınarlı tarafından yayımlanmış, ancak ikisinin Geyikli Baba’ya ve Halid adlı bir şaire ait olduğu yine aynı araştırmacı tarafından saptanmıştır. Daha sonra sadettin Nuzhet Ergun Âşık Paşa’nın on beş şiirini daha yayımlamıştır. 1961’de Gölpınarlı, Yunus Emre ve tasavvuf adlı yapıtında Âşık Paşa’nın bütün şiirlerini (67 adet) yeniden yayımlamıştır. Fakirname: Şimdilik iki nüshanın varlığını bildiğimiz (Roma, Biblioteca di Roma ve Manisa Muradiye Kütüphanesi) bu yapıt, 161 beyitlik mesnevi tarzında yazılmış tasavvufi bir metindir. Tasavvuf yoluna giren salikten (yol eri) istenen şeyleri ve Tanrı’nın yokluğunda var olan (fenafillah) felsefesini anlatmaktadır. Vasf-ı Hal: Bu risalenin de şimdilik sadece Roma ve Manisa’da olmak üzere iki nüshası bilinmektedir. Mesnevi tarzında olan, 31 beyitten oluşan yapıtta, geçmiş, bugün ve gelecek üzerinde durulmaktadır. Şairin ismi geçmekle beraber, yapıtı yayımlayan Agâh Sırrı Levent, bu risalenin Âşık Paşa’nın olduğundan kuşku duymaz çünkü anlatım tarzı aynı olduğu gibi Roma’daki nüsha da Garibname’nin sonuna yazılmış durumdadır. Hikâye: Bu 59 beyitten oluşan risale de Raif Yelkenci’de bulunan bir Garibname nüshasının sonunda bulunmaktadır. Bu Mesnevi’de, bir Müslüman bir Hıristiyan ve bir Yahudi, üç kişinin başlarına gelenler anlatılır. Bir kentte, bir meclis içinde konakladıkları sırada canları helva ister, Helvayı alırlar ama helva azdır. Akıllı geçinen Yahudi, “helva dursun biz uyuyalım, hangimiz en iyi rüyayı görürse helvayı o yesin” der. Hikâye bunun üzerine kurulmuştur. Bu mesnevide Âşık’ın mahlası geçer. Kimya Risalesi: Çorum’da il halk kütüphanesinde bulunan bir mecmuanın 3. Risalesini oluşturan ve Risaley-i Âşık Paşa der Hakk-ı Kimya başlığı altında olan bu risalenin Âşık Paşa’ya ait olması anlatımının çok karışık olması nedeni ile kuşkuludur.
Aşıkpaşa’nın eserleri
Garipnâme: Garibnâme, 1330 yılında aruzla yazılan 10613 beyitlik bu mesnevî, 10 bölümden oluşmuştur. Sade bir dili vardır. Dinî, tasavvufî ve öğretici nitelikte olup halkı eğitmek amacıyla Türkçe olarak yazılmıştır. Geniş bir okuyucu kitlesine hitap ettiğinden pek çok nüshası bulunmaktadır. Bazı nüshaların sonunda Âşık Paşa’nın gazelleri yer alır. Eser, “tıpkıbasım, karşılaştırmalı metin ve aktarma” olarak Kemal Yavuz tarafından Türk Dil Kurumu Yayınlarınca 2000 yılında 4 cilt olarak yayımlanmıştır.
Fakrnâme: 161 beyitlik bu mesnevinin Âşık Paşa’ya ait olduğu daha sonra anlaşılmıştır. Roma ve Manisa kütüphanelerinde iki nüshası bulunan bu tasavvufî yapıtta, çok güzel bir kuş olarak tanımlanan “fakr”, sonunda Hz. Muhammed’i seçerek onda karar kılar. Agâh Sırrı Levend tarafından 1953’te yayımlanmıştır.
Vasf-ı Hâl: 31 beyitten oluşan bu küçük mesnevinin bilinen iki nüshası Roma ve Manisa kütüphanelerindedir. Yazanın adı geçmemesine rağmen, Garibnâme’nin sonunda yer alması, yapıtın Âşık Paşa’ya ait olduğunu doğrulamaktadır.
Hikâye: Müslüman, Hristiyan ve Yahudi üç kişinin başından geçenlerin anlatıldığı 59 beyitlik bu mesnevî, Raif Yelkenci’ye ait bir Garibnâme nüshasının en son bölümünde bulunmuştur.
Kimya Risalesi: Çorum İl Halk Kütüphanesi’ndeki bir yapıtın üçüncü risalesidir. “Risale-i Âşık Paşa der Hakk-ı Kimya” adını taşıyan bu eser, anlatımının çok karışık olması nedeniyle Âşık Paşa’ya ait olduğu şüphelidir.
Risâle fî beyâni’s-semâ: Osmanlı Müellifleri’nden başka hiçbir kaynakta, Âşık Paşa’ya ait olduğu belirtilmeyen bu risale, mensur olup içinde yer yer manzum parçalar bulunmaktadır.
Âşık Paşa’nın Şiirleri
-1-
Türk diline kimse bakmaz idi
Gerçi kim söylendi bunda Türk dilli
İlle masum oldu mani menzili
Çün bulasın cümle yol menzillerin
Yirme gel pes Türk ve Tacik dillerin
Kamu dilde var idi zabt-u usul
Bunlara düşmüş idi cümle ukul
Türk diline kimesne bakmaz idi
Türklere her giz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri
Bu kitap anunçin geldi dile
Kim bu dil ehli dahi mana bile
Yol içinde birbirini yermiye
Dile bakıp manayı hor görmeye
Türk dilinde yeni manalar bulalar
Türk-Tacik cümle yoldaş olalar
-2-
Her kim bana ağyar ise
Hak Tanrı yâr olsun ona
Her kancaru varır ise
Bağ u bahâr olsun ona
Bana ağu sunan kişi
Şehd ü şeker olsun işi
Kolay gele müşkil işi
Eli erer olsun ona
Acı dirliğim isteyen
Tatlı dirilsin dünyada
Kim ölümüm ister ise
Bin yıl ömür olsun ona
Her kim diler ben hâr olam
Düşman elinde zâr olam
Dostlar şâd ü düşmanı
Dost mâşuk yâr olsun ona
Ardımca taşlar atanı
Hak tahta ağdırsın onu
Önüme kuyu kazanı
Güller nisâr olsun ona
Her kim diler ise benim
Ol dostumdan ayrıldığım
Gözlerinden hicâp gitsin
Dizâr iyân olsun ona
Bu Muhlis oğlu PAŞA’nın
Güldüğün istemeyenin
Ağladığın isteyenin
Gözüm pınar olsun ona
-3-
Divaneyim aklım kalmadı serde
Bir kaşları keman aldı da gitti
Aşkın deryasına açuben yelken
Bir kıyas ummana daldı da gitti
Yârin şehrine uğrarsa yolum
Yüz sürüp payine arzedem halim
Ahdinde durmadı şol kanlı zalim
Beni ferdalara saldı da gitti
Zalim felek yine gösterdi işler
Gözlerimden akar kan ile yaşlar
Yüreğimdeki yareler işler
Gamzesi sinemi deldi de gitti
Barekallah ne hoş yaraşır allar
Leblerinden akar sükkerle ballar
Der ÂŞIK eğnime aldığım şallar
Hayali gözümde kaldı da gitti
-4-
Ey padişah! Ey padişah!
Çün ben beni verdim sana,
Genç ü hazinem kamusu
Sensin benim önden sona.
Evvel dahi bu akl u can
Seninleydi asl iken;
Ahır gerü sensin mekân
Uş varırım senden yana
Senden sana varır yolum,
Sana seni söyler dilim,
İlla sana ermez elim,
Bu hikmette kaldım tana
Bu hikmeti kim ne bile,
Bilse dahi gelmez dile;
Bu ah ile bu zar ile
Gözüm yaşı nice dine!
Dursam seninle dururam,
Baksam seninle görürem
Her kancaru kim yürürem,
Gönlüm yönü senden yana.
Sensin bana can u cihan,
Sensin bana genc-i nihan,
Sendendürür assı, ziyan;
Ne iş gelir benden yana.
Söz söyleten dilimde sen,
Hükmeyliyen içimde sen,
Alıveren elimde sen
Cümle işim önden sona.
Şöyle yakın olmuş iken,
Görmez seni bu can u ten
Kim geçiser bu perdeden,
Kim mani olur hükmüne?
ÂŞIK sana tuttu yüzün
Unuttu cümle kendözün
Cümle sana söyler sözün
Söz söyleten sensin yine.
-5-
Be güzel senin derdinden
Dün ü gün gezer ağlarım
Ah eyleyip inleyüben
Gözyaşı döker ağlarım
Çağırırım Gani deyi
Unutmasın beni deyi
Kimi görsem seni deyi
Yüzüne bakar ağlarım
ÂŞIK’ım uğradım derde
Düştüm bu söyünmez oda
Hak kadı olduğu yerde
Sinimden çıkar ağlarım
-6-
Her seher efendim yolun beklerim
Şakı bülbül var uyandır yârimi
Muhabbetin can içinde saklarım
Şakı bülbül var uyandır yârimi
Anın hüsnü gülün kimse dermesin
Kemlik satan muradına ermesin
Gaflet uykusunda rakip görmesin
Şakı bülbül var uyandır yârimi
Der ki ÂŞIK güzel dilin aşkına
Mert isen erkânla yolun aşkına
Yılda bir açılır gülün aşkına
Şakı bülbül var uyandır yârimi
-7-
Küçücükten bir yar sevdim
Ne öptüm ne kucabildim
Ne meclisinde oturdum
Ne bir bâde içebildim
İnandım yârin andına
Beni kul etti kendine
Dolaştım kâkül bendine
Ne kurtulup kaçabildim
Gönül olamaz sevmesin
Çatma kaşını eğmesin
Ben dilberimin düğmesin
Ne çözdüm ne açabildim
ÂŞIK gider doğru yola
Bülbülün arzusu güle
Ne getirebildim ele
Ne yardan vazgeçebildim
-8-
Sabah sabah esen seher yelleri
Benim sevdiğime benden aşk eyle
Irmak olup akar çeşmim selleri
Benim sevdiğime benden aşk eyle
Hayalleri gözlerimden ayrılmaz
Akar bu çeşmimin yaşı durulmaz
Bir derde uğradım derman bulunmaz
Benim sevdiğime benden aşk eyle
Yavru şahan idim uçtum yuvadan
Ahım inmez oldu daim havadan
Unutmasın beni dahi duadan
Benim sevdiğime benden aşk eyle
ÂŞIK eder dünya gelmez aynıma
Abdal olup post çekeyim eğnime
Tanrı emaneti olsun boynuma
Benim sevdiğime benden aşk eyle
-9-
Söyler isem bu derdi ben
Sırrım cihana faş olur
Sakin olup oturursam
Sağmaz yüreğim baş olur
Seyrim daim senden sana
Seyranlarım senden yana
Sultandürür aşkın bana
Süvar ü hem yoldaş olur
Sen tınma ÂŞIK ol erür
Sayruyu sağı ol görür
Serkeşleri yoldan sürür
Sakinlere ferraş olur
-10-
Yüce dağlar duman olmaz
Çeşmim yaşı revan olmaz
Değme kişiye kul olmaz
Ben gönlümü bilmez miyim?
Engine saldım özümü
Hakk'a döndürdüm yüzümü
Çekmezem nâdan sözünü
Ben gönlümü bilmez miyim?
Arslan gibi çalar çarpar
Kaplan gibi yola bakar
Gökte buluttan nem kapar
Ben gönlümü bilmez miyim?
Der ki ÂŞIK yâri gözler
Yaktı derunumu közler
Beş padişahlık yer özler
Ben gönlümü bilmez miyim?