KAYGUSUZ ABDAL

KAYGUSUZ ABDAL

KAYGUSUZ ABDALKaygusuz Abdal (1340? – 1444?), Tasavvufi Halk Edebiyatı şairi. Abdal Musa Sultan’ın müridi Alevi-Bektaşi halk edebiyatının kurucusudur.

Kaygusuz Abdal’ın Yaşamı ve Felsefesi

Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Yine de çeşitli kaynaklar 1340–1444 arasında yaşadığı üstünde birleşmektedir. Asıl adı Alâeddin Gaybi’dir. Alâiye (Alanya) Beyi Hüsameddin Mahmud’un oğludur. Alaiye Sancak beyi Hüsameddin Mahmud, bir bey oğlu olarak sarayında verilebilecek her tür eğitimi verdikten sonra oğlu Gaybi’nin birkaç yılda tekke eğitiminden geçmesi gerektiğine karar verir. Gaybi’yi, 1355-56 yıllarında o bölgede çok saygın bir yer olarak bilinen Abdal Musa tekkesine verir. Gaybi, birkaç yıl tekkede tasavvuf eğitimi aldıktan sonra Abdal Musa Sultan’a intisap ederek Heterodoks inanç (Alevilik) yoluna girmeye hazırlanır. Cem kurulup Meydan açılır; bir ikrar verme töreniyle, Hacı Bektaş Veli’den sonra ikinci pir sayılan Abdal Musa Sultan’ın huzurunda 18-19 yaşlarında tasavvufu hak yoluna (tarikata) kabul edilir. Böylece yola giren Gaybi, ikinci doğuşuyla birlikte Kaygusuz Abdal adını alır.

Bu alanda çalışma yapan yazarların (İsmail Kaygusuz) bildirdiğine göre Abdal Musa, Alaiye Beyi Hüsameddin Muhmud ilişkisi söyle gelişmiştir. “1333’lerde Karaman Beyliğine bağlı Alaiye Sancak Beyi Hüsamaeddin Mahmud, ilk bey seçildiğinde oğlu Gaybi’yle tekkeyi ziyarete geldikleri ve Abdal Musa’ya nezir (hakkullah) getirip hayır duasını aldıklarında Abdal Musa, Aydın ve Teke ilinden İçel’e (Mersin) kadar uzanan birçok beyliği içine alan geniş bir bölgenin inanç önderidir”. Efsaneye, sözlü geleneğe göre ise; Gaybi’nin (Kaygusuz Abdal) 14-15 yaşlarındayken içine Abdal Musa’nın (ona gaybdan göründüğü ya da kerametiyle içine düşürdüğü) aşkının düştüğünü ve günden güne zayıflamaya başladığı anlatılır. Nedenini kendisi de bilmez. Sonra bir gün babasından izin alıp, atlar atına ve dağlara çıkar. Avlanırken attığı okla bir geyiği koltuğundan vurur. Yaralı geyik kaçar, Gaybi arkasından koşar. Geyik Abdal Musa’nın tekkesine girer, arkasından kendisi de tekkeye girer, dervişlerden geyiği sorar. Dervişler görmediklerini söylerler. Çekişme başlar, olaya Abdal Musa, karışır ve koltuğu altından kanlı oku çıkararak Gaybi’ye gösterir. Gaybi okunu tanır ve Abdal Musa’ya bağlanır.

Gaybi’nin Abdal Musa’ya intisabını iyi karşılamayan Alaiye Beyi, oğlunu tekkeden kurtarmak ister ama Gaybi, Abdal Musa’dan ayrılmaz. Alanya Bey’i Teke (Antalya) beyine başvurarak oğlunun kurtarılmasını ister. Abdal Musa’nın gönderilen elçiyi kerametle parçalatmasına (ürkmesi sonucu at üstündeki elçinin dengesi bozulur, ayağının biri üzengide takılı kalır sürüklenerek parçalanır ölür) Teke Beyi, Abdal Musa’nın üzerine asker yollayarak onu yakalatıp ateşte yakmaya karar verir. Abdal Musa müritleriyle sema ederek hazırlanan ateşin üzerine yürür, içine girdikleri ateş söner. Siyah bir canavar şekline giren Teke Beyi’nin ruhu, Abdal Musa’nın bir dervişi tarafından öldürülür. Bütün bu kerametleri yakından görüp anlayan Aliye Beyi de oğlunun Abdal Musa’ya intisabına, (bağlılık) artık engel olmak istemez. Gaybi tekkede kalır ve Kaygusuz Abdal, ismini aldığı söylenir.

Yukarda açıklanan efsane bazı yazarlarca Kaygusuz Abdal’ın, Abdal Musa tekkesine okladığı bir geyiği izleyerek girip bir daha çıkmadığı öyküsü tutarlı değildir. Kaygusuz Abdal’ın Abdal Musa’ya intisabı bizzat babası Hüsameddin Mahmud’un izniyle olmuştur. Kaygusuz Abdal, Abdal Musa tekkesinde yol erkânı öğrenmiştir. O dönem varlıklı bey paşa çocuklarının eğitim için grup grup Mısır’a gittiği bir dönemdir. Kaygusuz Abdal’ın babası da oğlunun eğitim için Mısır’a gitmesini ister, Abdal Musa Sultan ömrünün son yıllarına gelmiştir müridinin Mısır’a gitmesine izin verir (1359). Kaygusuz Abdal Mısır’da üç yıl kalıp döndüğünde Abdal Musa’nın öldüğünü öğrenir. Kaygusuz Abdal kalan eğitimini tamamlamak için tekrar Mısır’a döner. Mısır’da ne kadar kaldığı, Abdal Musa Tekkesine dönüp dönmediği bilinmez.

Bazı kaynaklarda Mısır’dayken Şeyh Bedreddin’le görüşüp ona, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in isimlerini verdiğini, Şeyh Bedreddin’le yeniden buluşmak için Edirne’ye geldiğini yazar. Sarayi mahlasıyla yazdığı şiirlerinde Filibe, Sofya, Yanbolu, Edirne, Manastır, Saray gibi şehirlerin adları ve buraların hamam, çarşı ve sokaklarından bahsetmesi de bu görüşü doğrulamaktadır. Şeyh Bedreddin’le bir araya gelip gelmediği konusunda bilgi yoktur. Ancak Osmanlı padişahî Musa Çelebi’den bahseder şiirlerinde ona ulaşamadığından söz eder. Kaygusuz Abdal, Kerbela ve Necef’i ziyaret edip tekrar Mısır’a döner. Dilguşa’yı (Gönüle Ferahlık Veren) Mısır’a döndükten sonra yazar. Bu yapıtını Sultan Ebu’l Ferec’e sunar. Mısır da tekkesini kurar (Kasr-ül-ayn Dergâhı’na Post-nişin olur). Tekkesini Sultan Ebu’l Ferec’in izni ve yardımıyla kurduğu söylenir. Mısır’daki tekkesi Bektaşilerce halife makamı olarak kabul edilen dört Tekke’den birisidir. 1500’lü yılların ortalarında Mısır’da ölür. Türbesi, Kahire yakınlarında bulunan bir mağaradadır. Bu yüzden Abdullah el-Magarevi adıyla anıldığı çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir.

Kaygusuz Abdal, çok iyi eğitim görmüş ve dönemin en geçerli dillerini (Arapça ve Farsça) tasavvuf konularını yazıp yorumlayacak kadar bilen bir mutasavvıf ve batıni halk ozanıdır. Şiirleri ve düzyazı yapıtlarından da anlaşılacağı üzere, Kaygusuz Abdal, vahdet-i mevcud’a (varlık birliği) uzanan çizgi üzerinde yürümekte: Evvel ü ahir menem / Cümleye Mabud (Tanrı) benem / Kâbe benem put benem / Âlem külli vücudumdur vücudum /, özüm özüme kıluram sücudum / (Secdeleri, tapınmamı kendime yaparım) Eşya-yı mahlûk Halik’ten ayrı değildir / (yani yaratılmış nesneler-maddeler, yaratıcısıyla birdir; ayrı olamaz, her şey Tanrıdır.) diyerek Madde-Tanrı birliği düşüncesine, yani tam anlamıyla Patheism (Her şey Tanrıdır) inancına ulaşmaktadır.

Bu alanla ilgilenen araştırmacıların, yazarların karşılaştırma ve yorumlarında Kaygusuz Abdal’ın Hacı Bektaş Veli’den ve Yunustan ayrı düşünmediği, ayrı inançta olmadığı; çağdaşları Seyyid İmadeddin Nesimi ve Şeyh Bedreddin ile birer Heterodoks (Alevi) mutasavvıf olarak karşılıklı etkileşim içinde bulundukları görülmektedir. Şiirlerini, Yunus gibi hem aruz, hem hece ölçüleriyle yazan Kaygusuz Abdal, Alevi-Bektaşi halk edebiyatının kurucusu sayılır. Türk tasavvuf şiirinde tümüyle kendine özgü, eşsiz bir yeri vardır. Gerçeküstücü görüntüler, abartmalar, alaylı eleştirilerle örtülü şiirleri hemen fark edilir. Dili bugün bile anlaşılacak yalınlıktadır. Şiirlerinde sık sık dünya nimetlerine ulaşma isteğini, bu isteklerin gerçekleşmesiyle varılacak huzur konusunu işlemiştir. Bektaşi şiirinin insandaki kusurlarla, tutuculukla alay etme özelliği ilkin Kaygusuz Abdal’ın özgün yergici yaklaşımında görülür. Kısa cümleler, zevkli seciler, tekrirler ve olağanüstü bir uyum içinde düzyazı yapıtları yalınlıklarıyla dikkati çeker. Kaygusuz’un kimi şiirlerinde “Sarayi” mahlasını kullandığı görülmüştür.

Topkapı sarayı müzesinde bulunan Kaygusuz Abdal minyatürü, yine bir Bektaşi olan ünlü Ressam “Levni” tarafından yapılmıştır. Kaygusuz’a ait olduğu kabul edilen resimde, bir yılan, bir akrep ve bir aslan, ayakları dibine yatarak ona boyun eğmiş şekildedir. Kaygusuz Abdal adına Kaygusuz Sultan Divanı adıyla tertiplenmiş bir Divan, Dolapname adlı küçük bir mesnevi, Budala-name adlı mensur bir risale ve yine Kaygusuz’a atfedilen daha başka risaleler vardır. Kaygusuz Abdal’ın yapıtlarını üçe ayırmak gerekir. 1) Şiirsel yapıtları, 2) Düzyazı yapıtları, 3 Düzyazı-şiir karşımı yapıtlar. Kaygusuz Abdal’ın şiirsel yapıtlarından Divan’ında bulunan iki yüz şiirin büyük çoğunluğu gazeldir. Hece vezniyle yazdığı otuza yakın şiiri gerçeküstücü toplumsal yergi şiirleridir. Kaygusuz Abdal üç lirik Mesnevisinde tasavvufi konulardaki coşku ve heyecanını dışa vurur. Gevhername onun vahdet-i vücut (varlık birliği) anlayışını gevher simgesiyle dile getirir. Minbername şiirinde ise kendi özünü (nefsini) bilmenin Tanrı’yı bilmekle eş değer olduğunu dile getirmektedir. Kaygusuz Abdal, şiirlerinden ancak yüzde yirmisini hece vezniyle yazmış 500’e yakın gazeli ve tahminen 8000 beyit olan mesnevilerinde ise aruz vezni kullanmıştır.

Kaygusuz Abdal’ın Eserleri

Manzum Eserleri

Divan: Onun Divan'daki şiirleri üç yüz elliye yaklaşmaktadır. Bunların yüzde sekseni gazeldir. 20-30 kadar heceyle yazılmış şiiri vardır. Ayrıca Dolâbnâme adlı kasidesi ile iki terci' ve iki terkib-i bendini ve iki müstezadını da onun mürettep olmayan divanı içinde kabul etmek lazımdır. Divan'daki şiirlerin, gazellerin pek çoğu ilâhî bir vecd içinde yazılmış gibidir. Hece ile yazılanlar daha çok şathiye karakterindedir. Bunlarda Kaygusuz, ya Tanrı'yla samimi bir şekilde konuşmakta ya da dünyanın geçici zevklerine kapılan insanı alaycı bir üslûpla anlatmaktır. Bazı şiirleri ise ilâhî ve nutuk havasındadır. (Millet kütüphanesi, Ali Emiri Kitapları Manzum No: 797);

Gülistân: "Lâmekân"ı, ezeldeki vahdet-i vücûdu anlatmakla başlar. Kâinatın ve Hz. Âdem'in yaradılışını uzun uzun hikâye eder. Kısas-ı enbiya, kısa olarak anlatıldıktan sonra belirli bir konu üzerinde durulmaz. Tasavvufun çeşitli konuları, yer yer son derece heyecanlı bir üslûpla dile getirilir. Gülistan, (Ankara Genel Kitaplık No: 167)

Mesnevî-i Baba Kaygusuz (I-II-III): Yazmalarda "mesnevî" başlığı altında Kaygusuz'un üç mesnevîsi vardır. Bunlardan ikincisi, "küçük mesnevî" başlığı altında da geçer ve öbürlerine nispetle kısadır. Her üç mesnevîde de belirli bir konu olmayıp tasavvufî vecd ve heyecan etrafında dönerler. Mesne-vîlerde Kaygusuz, lirizmin zirvesine ulaşır. Diyebiliriz ki bütün şiirleri içinde en yüksek heyecan mesnevîlerinde, bilhassa birinci mesnevîde bulunur. Mesnev-i Baba Kaygusuz, (Süleymaniye Kütüphanesi, Haşim Paşa Bölümü No: 19).

Gevhernâme: 71 beyitlik kısa bir mesnevîdir. Başlangıçta, "vahdet-i vücûd" görüşünü, deryadan kenara atılan "gevher" teşbihiyle dile getirir. "Gevher"in cânı Hz. Muhammed'dir veeser onu methetmek için kaleme alınmıştır. (Topkapı Sarayı Müzesi, Ktb. Nr: 950)

Minbernâme: 58 beyitlik küçük bir mesnevî'dir ki daha çok nefsi bilmenin esas olduğu üzerine kurulmuştur. (Ankara Etnografya Müzesi, Ktb. Nr: 17824)

Mensur Eserleri

Budalanâme: Budalanâme'de "akl-ı maâş, akl-ı maâd, nefsi bilmek, gönül, mürşid..." gibi tasavvufî meseleler anlatılır. Budalaname (Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Kitapları No: 909).

Kitâb-ı Miglâte: Bu eser, kompozisyon bakımından oldukça değişiktir. Burada bir derviş, devamlı olarak uykuya dalmakta ve rüyasında, bazen geçmişte, bazen gelecekte "teferrüç-seyahat" etmektedir. Her defasında karşılaştığı şeytanla mücadeleye girip onu ma'lûb etmektedir. Bu ilgi çekici eserde, geçmişe ve geleceğe ait çizgiler, tablolar, "science-fiction"ların "zaman makinası"nı andırmaktadır. Eserde dervişin zaman zaman söylediği şiirler, coşkun bir lirizmin ifadesidir. Kitabb-ı Miglate, (Süleymaniye Kütüphanesi, Düğümlü Baba Bölümü No: 41162).

Vücûd-nâme: İnsan vücûdunun çeşitli uzuvlarıyla, bazı dinî ve tasavvufî ve kozmik kavramlar arasında teşbihler yapan, münasebetler kuran bir eserdir. Mesela; kara kış şeriâta, yaz tarikata benzetilir. Baş, devlet tacına; alın, hidayet nuruna teşbih edilir. Daha sonra mürşidin lüzumu anlatılır. Vücudname, (İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Türkçe Yazmalar No: 6817).

Risâle-i Kaygusuz Abdal: (Atatürk İstanbul Belediye Kütüphanesi, Osman Ergin Bölümü No: 1102). "Risâle-i Kaygusuz Abdal" başlığı ile geçen bu tercüme eser, muhteva ve şekil itibarıyla Kaygusuz'un diğer eserlerine benzemektedir. Bu bakımdan biz, bu eserin de Kaygusuz Abdal'a ait olduğu kanaatini taşıdık ve "Kaygusuz Abdal'ın Mensur Eserleri" arasında değerlendirilmesini ve neşrini uygun bulduk. Bilindiği gibi, Risâle-i Kaygusuz Abdal adlı bu tercüme eserinde Kaygusuz Abdal; Allah'a varma yollarını, tasavvufî vecdî, nefsin terbiyesini ve olgunlaşmasını, sabrı, yer yer lirik ve genellikle didaktik bir üslûpla anlatmaktadır. (Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL, Türk Halk Şiiri)

Manzum+Mensur -Karışık

Bu iki eser de, tıpkıbasımla beraber, düzeltmeler ve eklemelerle yeniden Türkiye Diyanet Vakfı Alevi-Bektaşi Klasikleri arasında 2009 ve 2010'da basılmıştır.

Dil-güşâ: "Vahdet-i vücûd"u anlatan uzun bir mesnevî ile başlar. Eserde uzun Farsça bölümler vardır. Bir dervişin tasavvuf umdelerini anlatması ile devam eden Dil-güşâ tamamen tasavvufa hasredilmiştir. (Ankara Genel Kitabevi, nr: 167,645)

Saray-nâme: "Cihan-Saray" teşbihiyle yola çıkılarak, dünyaya gelmekten maksadın ibadet etmek ve Allah'ı tanımak olduğu anlatılır. Kaygusuz'un şeriat unsurlarına en çok yer verdiği eser Saraynâme'dir. Bu bakımdan diğer manzum eserlerine nispetle daha "kuru"dur. Ancak yer yer lirik söyleyişler de vardır. (Ankara Genel Kitabevi, nr: 167,645)

 

Kaygusuz Abdal’ın Şiirleri

Kaygusuz Abdal, aşağıdaki şiirinde Tanrı’yı sorgular Ali ile kıyaslar, okuma yazmada ondan geri kaldığını söyler. Kıldan köprüden önce kendisinin geçmesini ister.

 

-1-
Yücelerden yüce tanrı
Gündüzlerden gece tanrı
İsmin vardır cismin yoktur
Sen benzersin hiçe tanrı

Yücelerden yüce gördüm
Erbabsın sen koca tanrı
Bu allahlığı sen nerden
Satın aldın kaça tanrı

Ali ile bir olmuşsun
Bir mektepte okumuşsun
Ali olmuş hafız kelam
Sen okursun hece tanrı

Kıldan bir köprü yapmışsın
Gelsin kullar geçsin deyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen sen geç tanrı

Yaratmışsın bağ-u cennet
Kulların etsinler sohbet
Cehennemi ne yarattın
Be akılı koca tanrı

Unuttuk diye namazı
Bizi ateşe atarsın
Kul yanması abes değil
Gel bas kızgın saca tanrı

Senin kulların anılır
Atası anası ile
Senin anan baban yoktur
Benzersin sen piçe Tanrı

Seni her yerde görürüm
İçini dışını bilirim
Sırrın halka faş edersem
Halin nice olur tanrı

KAYGUSUZ’um der buradan
Cümle mahlûku yaradan
Kaldır perdeyi aradan
Gezelim bilece tanrı
Erbab: Uzman, Âlem: Herkes, Kelam: Söz, Mihnet: Zor, Cur’a: Estar kabı

Kaygusuz Abdal, aşağıdaki şiirinde Tanrı’nın, neden insanı çamurdan yaratıp da işleri karıştırdığını sorgular. Balçıktan yoğurup yaptığı insanlara günah yükleyip, hem de bakkalmış gibi onları tartması, ağır gelenleri katran kazanlarına atmasını anlamsız bulur.

-2-
Âdemi balçıktan yoğurdun yaptın
Yapıp da neylersin bundan sana ne
Halk ettin insanı saldın cihana
Salıp da neylersin bundan sana ne

Bakkal mısın teraziyi neylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp neylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne

Katran kazanını döküver gitsin
Mümin olan kullar didara yetsin
Emreyle yılana tamuyu yutsun
Söndür şu ateşi bundan sana ne

Sefil düştüm bu âlemde naçarım
Kıldan köprü yaratmışsın geçerim
Şol köprüden geçemezsem uçarım
Geçir kullarını bundan sana ne

KAYGUSUZ Abdal der cennet yarattın
Cehenneme nice kulları attın
Nicesin ateş-i aşk ile yaktın
Yakıp da neylersin bundan sana ne
Âdem: İnsan, Balçık: Çamur, Didar: Yüz-Cemal, Tamu: Cehennem, Düzah: Tuzak-Fak

 

-3-
Kaygusuz Abdal, bu şiirini kendini yetiştiren üstadı, Mürşidi çok büyük saygı duyduğu Abdal Musa için söyler.

Beylerimiz elvan gülün üstüne
Ağlar gelir şahım Abdal Musa'ya
Urum abdalları postun eğnine
Bağlar gelir şahım Abdal Musa'ya

Urum abdalları gelir dost deyi
Eğnimizde aba hırka post deyi
Hasteleri gelir derman isteyi
Sağlar gelir şahım Abdal Musa'ya

Hind'den bazerganlar gelir yayınır
Pişer lokmaları açlar doyunur
Bunda âşıkları gelir soyunur
Etler gelir şahım Abdal Musa'ya

Meydanın dara durmuş gerçekler
Çalınır koç kurbanlara bıçaklar
Döğünür kudüm açılır sancaklar
Tuğlar gelir şahım Abdal Musa'ya

Her Matem ayında kanlar saçarlar
Uyandırıp Hak çerağın yakarlar
Demine Hü deyip gülbang çekerler
Nurlar gelir şahım Abdal Musa'ya

İkrarıdır koç yiğidin yuları
Muannidi çeksen gelmez ileri
Akpınar'ın Yeşilgöl'ün suları
Çağlar gelir şahım Abdal Musa'ya

Ali'm almış Zü'l-fikar'ı destine
Sallar durmaz Yezidlerin kasdına
Tümen-tümen genç Ali'nin üstüne
Sırlar gelir şahım Abdal Musa'ya

Benim bir isteğim vardır Kerim'den
Münkir bilmez evliyanın sırrından
KAYGUSUZ'am ayrı düştüm pirimden
Ağlar gelir şahım Abdal Musa'ya
Tuğ: Amblem-Simge, Cerağ: Işık-nur, Münkir: İnkâr eden, Samut: Tekke, Zülfikar: Hz. Ali’nin kılıcı, Muhannes: Eksikli insan,


Kaygusuz Abdal kadınlarla olan “sıkıntısını” aşağıdaki şiirinde dile getirir, şaka ile karışık kadınlardan şikâyetçi olur.

 

-4-
Hey erenler, hey gaziler
Avrat bizi döğeyazdı
Çekti sakalım kopardı
Bıyığımı yolayazdı

Kalkıp direği kapınca
Kaçamadım sapınca
Aç karnıma değince
Bağırsağım dökeyazdı

Aldık avradın hasını
Çektik değneğin yasını
Başımda kırdı su tasını
Kafacığım kırayazdı

Baltanın sapını kaptı
Kağnının köpünü söktü
Silkindi üstüme çıktı
Kemiklerim kırayazdı

Avrat sormadı suçumu
Çekti kopardı saçımı
Kırdı eyemin ucunu
Yine bizi döğeyazdı

Avrat oldu bize vezir
Bizi etti köye kizir
Gâh tuz ister gâhî bezir
İnek edip sağayazdı

KAYGUSUZ’um der ki nidem
Başım alam nere gidem
Ben bu avradı ne edem
Bizi köyden kovayazdı”
Avrat: Eş, Eye: Kaburga kemiği, Kizir: Muhtar-Bekçi, Has: Asil,

 

-5-
Kaplu kaplu bağalar
Kanatlanmış uçmağa
Kertenkele derilmiş
Diler Kırım geçmege

Kelebek ok yay almış
Ava şikâra çıkmış
Tonuzları korkudur
Ayuları kaçmağa

Kazzaza balta koydum
Çervişin deremezem
Çuval çayırda gezer
Seğirdüben kaçmağa

Ergene'nin köprüsü
Susuzluktan bunalmış
Edirne minaresi
Eğilmiş su içmeğe

Allahımın dağında
Üçbin balık kışlamış
Susuzluktan bunalmış
Kanlı ister göçmeğe

Leylek koduk doğurmuş
Ovada zurna çalar
Balık kavağa çıkmış
Söğüt dalın biçmeğe

Kelebek bugday ekmiş
Manisa ovasına
Sivrisinek derilmiş
Irgad olup biçmeğe

Bir sinek bir devenin
Çekmiş budun koparmış
Salınıban seğirdir
Bir yar ister koçmağa

Bir aksacık karınca
Kırk batman tuz yüklemiş
Gâh yorgalar gâh seker
Şehre gider satmağa

Tonuz düğün eğlemiş
Ayuya kızın vermiş
Maymun sındı getirmiş
Kaftan köynek biçmeğe

Deve hamama girmiş
Dana dellaklik eder
Susığırı natır olmuş
Nöbet ister çıkmağa

KAYGUSUZ'un sözleri
Hindistan'ın kozları
Bunca yalan söyledin
Girer misin uçmağa
Kaplubağa: Kaplumbağa, Şikâr: Av, Tonuz: Domuz, Ayu: Ayı, Kazzaz: ip büken alet, Çerviş: Yemekteki yağ, Dermek: Toplamak, Seğirtmek: Koşmak, Kanlı: Kağnı, Kodak: Eşek yavrusu, Salınıban: Salınarak, Koçmak: Kucaklamak, Gönlek: Gömlek, Koz: Çeyiz, Mut: Mutluluk, Ergene: Trakya’da bir ırmak, Biryan: Kebab, Yunmak: Yıkanmak, Zift: Katran, Batman: Eski bir ölçü.

 

-6-
Yamru yumru söylerim
Her sözüm kelek gibi
Ben avare gezerim
Sahrada leylek gibi

İşim kalp sözüm yalan
Ben değil adım filan
Bu halk insana derim
Sözümü gerçek gibi

Aşk kuşları derilse
Aşktan dane verilse
Usulüm toya benzer
Avazım ördek gibi

Terketmedim benliği
Bilmedim insanlığı
Suretim âdem veli
Her huyum eşek gibi

Arifler sohbetinde
Marifet söyleseler
Ben de hemen düşünmem
Ürerim köpek gibi

Gerçi Hakk'ın halkıyım
Marifetsiz aylakım
Arifler sohbetinden
Kaçarım ürkek gibi

Bu marifet ilminden
Haberim yok cahilim
Benden mana sorsalar
Sözlerim sürçek gibi

Âşıklar can içinde
Aşikâr gördü Hakk'ı
İşitmenin manası
Olmıya görmek gibi

Miskin SARAYI kıydın
Kul oldun sen nefsinde
Senin hırs ü hevesin
Tuttu seni fak gibi
Kelek: Olmamış kavun-karpuz, Avare: Başıboş, Dirilmek: Biraraya gelmek, Dane: Dene-yem, Usul: Müzikteki esaslar, Avaz: Ses, Terketmek: Bırakmak, Arif: Anlayan, Aylak: İşsiz-güçsüz, İlm: Bilgi, Aşikâr: Bilinen, Usul: Boy.

 

-7-
Bu âdem dedikleri
El ayakla baş değil
Âdem manaya derler
Suret ile kaş değil

Gerçi et ü deridir
Cümlenin serveridir
Hakk'ın kudret sırrıdır
Gayre bakmak hoş değil

Âdem mana-yı mutlak
Âdemdedir nutk-ı Hak
Âdemden gafil olma
Nefsi de serkeş değil

Âdemdedir külli hal
İlm ü hikmet güft ü kal
Âdem katında âlem
Dane-i haşhaş değil

Âdem odur ey hoca
Gıdası mana ola
Maksud âdemden ahi
Hayal ile düş değil

Kendi özünü bilen
Maksudun bulan kişi
Hakk'ı bilen doğrudur
Yalancı kallaş değil

Bu KAYGUSUZ Abdal'a
Âşık demen dünyada
Nakş ü suret gözetir
Maksudu nakkaş değil
Âdem: İnsan, Mana: Anlam, Et ü deri: Et ve deri, Cümle: Hepsi-tümü, Suret: Görünüş şekil, Gayr: Başkası, Serkeş: Baş çeken asi, İlm ü hikmet güft ü kal: Bilgi ve söz, Maksud: Maksad, Demen: Demeyin, Nakş: Resim-görünüş, Nakkaş: Ressam.

 

-8-
Dost senin yüzünden özge
Ben kıble-i can bilmezem
Pirin hüsnünü severim
Bir gayrı iman bilmezem

Bana derler ki şeytanın
Senin yolunu azdırır
Ben şu zerrak sufilerden
Gayrı bir şeytan bilmezem

Sufi-i salus nedendir
Hüsne münkir geçindiği
Ne aceb bela geliptir
Şu ki ben dosttan bilmezem

O şah-ı hüsnün aşkına
Özümü viran kılmışam
KAYGUSUZ Abdal'dır adım
Cübbe vü kaftan bilmezem
Özge: Başka-ayrı, Kıble-i can: İbadet ederken durulan yön, Bilmezem: Bilmem, Pir: Yaşlı-ulu, Hüsn: Güzellik, Yol azdırmak: Yolu kaybetmek, Zerrak: Hilebaz, Sufi: Taşavvufta derviş, Şah-ı hüsn: Güzellik padişahı, Kılmışam: Kılmışım.

Aşağıda Kaygusuz Abdal’ın Vahdet-i Mevcud ve Vahdet-i Vücud İnancını belirleyen şiir örnekleri ve bazı karşılaştırmaları.

-9-
Derya-ı umman menem gevher-i kan bendedür
Aç gözini anlayu bak hem iki cihan bendedür

Cism ü suret menem delil ü bürhan menem
Sud menem ziyan menem işde dükkân bendedür

Maksad-ı insan menem gerdiş-i devran menem
Mekteb-i irfan menem işde nişan bendedür

Bagdad-ı ayyar menem cümleye serdar menem
Bürhan-ı esrar menem sırr-ı nihan bendedür

Zahid ü Tersa menem Mescid-i Aksa menem
Mürde-i İsa menem yahşi yaman bendedür

Muhit-i Zevrak menem Hak menemdür Hak menem
Tamu vu uçmak menem cümle mekân bendedür

Evvel ü ahir menem gani ve fakir menem
Zakir ü mezkûr menem küf ü iman bendedür

Cümleye ma’bud menem Kâbe menem put menem
Âdeme maksud menem işte fulan bendedür

Zerre ve güneş menem gizlü menem faş menem
Her ne ki var uş menem can u canan bendedür

Kaygusuz Abdal menem cümledeki can menem
Evvel ü ahir menem genc-i nihan bendedür
Sud: kazanç, Ayyar: hırsız, dolandırıcı, Mürde: ölü, Zahid: aşırı dindar, Tersa: Hristiyan, Muhit – i zevrak: kayıkhane, Tamu – uçmak: Cehennem-cennet, Genc-i nihan: Gizli hazine.

 

Related Articles

Yasal Uyarılar